ACT HAKKINDA

1. ACT NEDİR?

KABUL VE ADANMIŞLIK TERAPİSİ’NİN “BAZI YAYINLARDA KABUL VE KARARLILIK TERAPİSİ OLARAK GEÇER” İNGİLİZCE ADI OLAN ACCEPTANCE AND COMMITMENT THERAPY, İNGİLİZCE ACT OLARAK YAZILIR.

Bu kısaltmanın kelime anlamı aslında terapinin içeriği hakkında da bize ipucu verir. ACT yani hareket et, davran. Aslına bakarsanız Türkçe’sinde de benzer bir benzetme yapmak istersek yaşamına hareket KAT diyebiliriz.

KAT bir terapi ya da bir eğitim olarak da anıldığını duymuş olabilirsiniz örneğin; İşyeri, Kurumsal Uygulamalar için Kabul ve Adanmışlık eğitimi veya koçlukla ilgili uygulamalar için. Basitçe KAT bir metot ya da bir grup teknik değil bir modeldir, bu da onu halihazırda kullanmış olduğunuz klinik uygulamalarda ve uygulayabileceğiz anlamına gelmektedir.

Kabul ve Adanmışlık Terapisi’nin (ACT- “AKT” olarak okunur) gelişim sürecine bakıldığında, en başından beri içinde davranış analizinin derin kökleri olduğu görülmektedir. ACT ile ilgili araştırmalar, 1981 yılında Steven Hayes’in North Carolina Üniversitesi, Greensboro’da bulunan laboratuvarında ortaya çıkmaya başlamıştır. Hayes ve iyi bilinen bir davranış analizi temel araştırmacısı olan Aaron Brownstein bu laboratuvarı birlikte yürütmüşlerdir. Steven Hayes’in 1982 yılında Uluslararası Davranış Analizi Derneği’nin (ABAI) yıllık kongresinde, “Kural Odaklı Davranış ve Psikopatoloji” üzerine yaptığı konuşması, bilimsel bir toplantıda gerçekleştirilecek ilk ACT atölye çalışmasının organize edilmesine neden oldu. Hemen ardından RFT’nin (İlişkisel Çerçeve Kuramı) ilk geniş kapsamlı sunumu 1985 yılında ABAI’de gerçekleştirildi.

ACT 1980’lerde geliştirilirken, insan psikolojik ıstırabını altı temel noktada ve süreçlerde toplayan bir transdiagnostik tedavi yaklaşımı olarak tasarlandı. Kabul ve Kararlılık Terapisi (Acceptance and Commitment Therapy-ACT) “üçüncü kuşak” olarak da adlandırılan, Şimdi An Farkındalığı (Mindfulness) ve Kabul (Acceptance) temelli müdahaleleri içeren Bilişsel-Davranışçı Terapiler arasında yer alır. İşlevsel Bağlamcılık (Functional Contextualism) adı verilen bilimsel yaklaşıma ve davranışın dil ve biliş ile ilişkisini ortaya koyan İlişkisel Çerçeve Kuramı’na (Relational Frame Theory-RFT) ve Uygulamalı Davranış Analizine (Applied Behavioral Analysis) dayanan ACT, giderek büyüyen bir ampirik veri birikimine sahip, davranışçı bir psikoterapi modelidir.

ACT, Amerika Birleşik Devletleri’nde Psikolog Steven Hayes tarafından ortaya konmuş ve meslektaşları Kelly Wilson, Kirk Strosahl, Robyn Walser tarafından geliştirilmiştir.

ACT’ta evrimsel perspektiften bakıldığında her şey; bireysel rekabete dayanan başarıdan ziyade, tüm grubun çıkarına odaklanıldığında, grupların iş birliği ortaya koyma şansının daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu nedenle ACT’ta sertifikasyon yoktur.

2. ACT’IN AMACI

ACT; hayat değerlerimiz yönünde bir yaşam yaratabilmek için içsel deneyimlerimiz ile olan ilişkimizi değiştirerek kişide psikolojik esneklik yaratmayı amaçlar. Acı kaçınılmaz bir gerçektir. Bu hayatı yaşarken hiç kimse bize acının olmayacağı garantisini vermedi. O zaman “Hem acı var olacak hem de anlamlı bir hayat yaşayacağız, peki bu nasıl olacak?” diye bir soru aklınıza gelebilir. İşte bu nokta, ACT’ın en temel amacı olan “Psikolojik Esneklik” ile açıklanmaktadır. Yani psikolojik esneklik, içsel ve dışsal deneyimlerimize şimdiki an farkındalığı ile, dikkatli, açık ve yargısız olarak yaklaşarak, değerlerimiz yönünde farkındalıklı eylemlerde bulunabilme becerisidir. Araştırmalar göstermiştir ki, psikolojik esnekliği inşa etmek, birçok psikolojik problemi aşmanın ve kendiliğinden gelen daha yüksek bir iyi hissetme hali elde etmenin anahtarıdır.

Danışanlar genellikle terapiye hoşlanmadıkları düşünce, duygu vb. içsel deneyimlerini çözmeye çalışmış, onlardan kurtulmayı denemiş ve hatta bunun için çok fazla efor sarf etmiş olarak bizlere gelirler. Danışanlarımız, istemedikleri anıları, dışsal ve/veya içsel yaşadıkları deneyimlerini kontrol etmeye, mücadele etmeye, onlardan kurtulmaya çalıştıklarında artık bu deneyimler ebediyen onlarla kalır. Bazı danışanlar için bu çabalar, kısa vadede işe yarıyor gibi görünse de uzun vadede bu kontrol stratejileri, istenmeyen içsel deneyimlerin sıklığını ve yoğunluğunu artırmaktadır. Danışanlarımızın, düşünce, duygu vb. içsel deneyimlerini kontrol etme, onlardan kaçınma çabaları, yaşam odaklarının daralmasına ve anlamlı bir hayat yaşamalarına engel olur. Bu şekilde yapılan çabalar bir kez geldiğimiz bu hayatın altımızdan akıp gitmesine neden olur. Değerlerimizden uzakta bir yaşam süreriz. ACT’ta “Psikolojik Katılık” olarak adlandırılan bu durum, aynı zamanda ACT dilinde psikopatolojinin de tanımıdır.

ACT, temelde düşünceler, duygular ve diğer içsel deneyimlerimiz ile olan ilişkimizi değiştirmeyi hedef alır. Böylece kurtulamayacağımız şeylerden kurtulmayı denemektense, anlamlı bir yaşam sürdürme bağlamında, onları yanımıza alarak değerler yönünde hareket etmeyi önerir. Patoloji modeli söz konusu olduğunda ACT, deneyimsel kaçınmanın kendisinin, “bozukluk” olarak adlandırdığımız şeyin temelini oluşturduğunu varsayan transdiyagnostik bir modüldür.

DAHA AÇIK SÖYLEMEK GEREKİRSE ACT PERSPEKTİFİNE GÖRE ISTIRABIN KENDİSİ, SOSYAL KAYGI, DEPRESYON, OKB VEYA DİĞER GELENEKSEL TANILAR FORMUNDA DENEYİMLEDİĞİMİZ DÜŞÜNCE, DUYGU, ANI, DÜRTÜ VEYA FİZİKSEL DUYUMLAR SONUCU OLUŞMAZ; BU İÇSEL, ÖZEL “OLAYLARA” VERDİĞİMİZ TEPKİLER SONUCU OLUŞUR.

ACT modülü ile ilgilenen bir klinisyen olarak, bu kitapta açıklanan felsefi (İşlevsel Bağlamsalcılık) ve teorik (uygulamalı davranış analizi ve ilişkisel çerçeve teorisi) temellerini anlamanız önemlidir. Bu, ACT süreçlerini terapinin temelleriyle tutarlı bir şekilde yaratıcı ve akıcı bir şekilde yürütme yeteneğinizi geliştirecektir. Kabul ve Kararlılık Terapisi’ni yeni deneyimlemeye başlayan klinisyenler, seanslara mekanik veya teknik bir şekilde yaklaşabilirler. Bu beklenilmeyen bir şey değildir. Ancak, aşinalığınız arttıkça, ACT’ı sadece teknik olarak değil, geniş ve esnek bir çerçeve anlayışı ile daha iyi kavrayacaksınızdır. ACT, danışanlardan sadece kendi kişisel düşünme süreçlerinde yeni bir bakış açısı kazanmalarını istemekle kalmaz aynı zamanda bunu onlara hediye eder. Hediye derken kastetmek istediğim tam da bu kelimenin anlamını içermektedir. ACT yeni bir dil, kayak ya da tenis vb. öğrenmek gibidir. Psikolojik esneklik sağlandıktan sonra kişi bu modülü hayatında kullandığında, “esneklik” kelimesinin anlamını bizzat yaşayarak deneyimler. Bunu denemiş ve de hayatında uygulayan bir kişi olarak ne büyük bir huzur olduğunu anlatamam. Bu huzur, “kurtulma, yok etme, savaşma vb.” kelimeleri ile değil, onlarla olan ilişkimizin değiştirilmesi ile birlikte otomatik olarak gelmektedir. Bunu yaparken olaylara ya da kişilere belli stigmalar vermekten uzak durmaya çalışırız.

3. NEDEN ACT?

Peki neden ACT yaklaşımı? Çünkü çok işe yarıyor ve danışanlar da psikolojik esnekliğin huzuruyla yaşamayı seviyorlar. Araştırmalar ACT’ın çok geniş çeşitli durumlarda etkili olduğunu öngörüyor: Yeme bozuklukları da dahil olmak üzere kaygı bozuklukları, kronik ağrılar, psikoz Kulak Çınlaması (Tinnituus) Diyabet Yönetimi, Deri Yolma hastalığı, Madde Bağımlılığı, Depresyon ve diğerleri.

Danışanlar ACT’a daha tatminkâr derecede olumlu geribildirimler vermekte ve diğer terapilere oranla daha az sıklıkla vazgeçmektedirler. Burada çok tanı belirtmek istemesem de zihnimde tanımlamaya çalıştıklarımı sizlere anlatabilmek ve sizlerin zihninde de anlatmak istediklerimin eşleşebilmesi için dilin sınıflamalarından, maalesef bahsetmek zorunda kalıyorum. Burada anlatmaya çalıştığım; insanların yaşadığı acıları, belli kalıplarda söylemenin doğru olmadığı ve herkesin acısının da kendisine göre farklı olduğudur. Esasında bu tür tanılar, sınıflamalar, bizlerin bu insanların ne yaşadıklarını anlamamıza bir engel oluşturuyor. Biz terapistlere başvuran insanlara yapabileceğimiz en büyük kötülük, kişisel acılarını kategorize etmek olacaktır. Yani stigmatik yaklaşımlar onların acılarına ulaşmamızı engellemekle kalmayıp, onları tanıların ve sınıflamaların ötesinde anlayabilmemizi de engellemektedir.

İnsan olmak, sevdiğimiz ve sevmediğimiz her çeşit duyguya sahip olmaktır. Fiziksel veya duygusal acı evrenseldir. ACT insan ıstırabının özünde psikolojik katılık olduğunu ve bu katılığın sözlü kurallardaki karmaşadan ve dildeki tuzaklardan doğduğunu öngörür. Altı ana terapatik süreç boyunca hastalar dilin gerçek anlamlı etkisini azaltmayı öğrenirler – zihinden gelen mesajların anlamlarına takılmak ve içerikleri ile birleşmek (füzyonlaşmak). Buradaki temel öncül inanç, insan acısının ve dayanıklılığının aynı madalyonun iki yüzündeki gibi yerleşmiş olmasıdır. Her ikisi de psikolojik katılık veya psikolojik esneklik yaratan üç temel psikolojik süreç tarafından belirlenir. Kitabımın üç ana ciltten oluşmasının nedeni de bu sütunları ayrı ayrı daha geniş bir şekilde inceleme isteğimden kaynaklanmaktadır. Bu önemli psikolojik süreçlere “Esneklik Sütunları” (Pillars of Flexibility) diyoruz. Bu psikolojik esneklik sütunları şunlardır:

AÇIK OLMA  /  FARKINDA OLMA  /  AKTİF OLMA

Psikolojik esneklik, olumsuz düşünceler, hoş olmayan duygular, acı veren anılar veya rahatsız edici fiziksel duyumlar yaratan özel deneyimlere karşı, açık ve yargısız olma becerisidir. Bu deneyimleri tutarlı bir benlik duygusu ile bütünleştirebilmek için şimdiki an farkındalığı ile temas etmek gerekir. Bu durum kişiyi, sosyal kurallardan ziyade, kişisel değerler tarafından yönlendirilen bir hayat yaşamaya yönlendirir. Farkında ve burada olmanın psikolojik esnekliğin en önemli belirleyicisi olduğuna inanıyoruz. Bu beceri, rahatsız edici özel deneyimler tarafından yönetilmeden onlarla temas kurmamızı sağlar. Basitçe söylemek gerekirse; fark etmedikleriniz ile temasta kalamazsanız, bu deneyimlerden bir şeyler öğrenemezsiniz ve aynı zamanda deneyimi tetikleyen yaşam olayının gerekliliklerine daha iyi uyum sağlamak için davranışınızı da değiştiremezsiniz. Şimdiki an farkındalığı ile problemi olan danışanlar bunu yapmaları, duygusal maliyetlerini yükseltsede, işe yarar olmayan (Unworkable: Değerlerden uzaklaştıran) çoğu kaçınmaya dayalı aynı davranışları defalarca yapma eğilimlerini devam ettirirler.

4. RFT (İLİŞKİSEL ÇERÇEVE TEORİSİ – RELATIONAL FRAME THEORY) NEDİR?

Dil, insan varlığının hem laneti hem de nimetidir. Dil, deneyimlerimizi algılama ve bunlara tepki verme biçimimizi etkiler. ACT’ın tüm süreçleri buradan yola çıkar ve temel araştırmaların vardığı sonuç da budur.

ACT PENCERESİNDEN BAKINCA, PSİKOPATOLOJİ VE İNSAN MUTSUZLUĞUNUN İLK KAYNAĞI DİL VE KAVRAMA YETİMİZİN DURUMUDUR. “İLİŞKİSEL ÇERÇEVE KURAMI” VE “UYGULAMALI DAVRANIŞ ANALİZİ” ÇOK ÖNEMLİ KONULAR BU YÜZDEN KİTABIMDA ÖZELLİKLE RFT’YE GENİŞ BİR YER AYIRMAYA ÇALIŞTIM.

RFT kafa karıştırıcı olabileceğinden devam etmeden önce bazı terimleri netleştirmek isterim. İlişkisel çerçeveleme yoluyla “ilişkilendirilen” şey, “davranış” veya “olaylar”dır (iki terimi birbirinin yerine kullanırız). Davranış ile kastedilen, insanların yaptığı herhangi bir şeydir. Bu sadece açık motor davranışlarını (örneğin yürüme ve konuşma) değil, aynı zamanda içsel ve özel davranışları da içerir. İçsel, özel olaylar veya davranışlar örneğin; hatırlama, duyma, koklama, tatma, duyumsama, hissetme ve hayal etmeyi içerir. “Uyaranlardan” söz ederken, danışanların tepki verdiği her şeye atıfta bulunuyoruz. Bu anlamda uyaranlar; bilişler, duygular, sesler, kokular, tatlar, duyumlar, anılar, dürtüler, jestler, ses tonları, konuşulan kelimeler, yazılı kelimeler ve çevrenin özellikleri olabilir.

İnsanların uyaranlar (veya olaylar) arasındaki ilişkileri nasıl oluşturduğu karmaşıktır. Bu durum, tepkisel ve edimsel koşullanma gibi geleneksel öğrenme modelleri ile yeteri kadar açıklanamamıştır. RFT, insana özgü gibi görünen bir süreçten türetilmiş ilişkisel tepkilere dayanan, işlevsel bir bağlamsal teoridir. Önceleri, çocuklar dil becerisi kazandıkça belirli özelliklere dayanan uyaranları yani, beş duyu deneyimlerinin bir parçası olanları ilişkilendirirler. İlişkilendirme, başka bir uyaranla olan ilişkisine dayanarak bir uyarana tepki verme davranışını ifade eder. Çeşitli ilişkilendirme yöntemleri doğrudan öğrenilmiş ve pekiştirilmiştir. Bir şeyi bir şeylerle ilişkilendirmek insan dilinin keyfi olarak yaptığı bir durumdur. Ben size elimdeki televizyon kumandası göstererek “Bu büyük mü?” diye sorsam bana ne yanıt verirsiniz? Doğal olarak vereceğiniz yanıt muhtemelen “Neye göre” ya da “Neye kıyasla” diye sormak olur. İşte insan zihni bunları sürekli yapar; ilişkilendirir.

“Uzun boylu olmak, kısa boylu olmaktan daha iyidir,” diyebiliriz. Bu cümledeki “daha iyi” kalıbı, “At, kediden daha büyüktür,” cümlesindeki “daha büyük” kalıbıyla aynı anlamı taşıyor gibi görünmektedir. Bu örnekteki ilişki (bu örnekte buna “değer biçme” diyebiliriz) bu defa sosyal çevrenin öğrettiklerinden ziyade, objelerin doğrudan kendi özellikleri kapsamında kurulmaktadır. Bu becerilerimiz güçlendiğinde, muazzam bir ilişki ağı oluşmaya başlayarak, fonksiyonları doğrudan deneyimlere göre değil, sözlü kazanımlar üzerinde şekillenen bir dünyaya adım atmamıza neden olur. Öte yandan bu bizi, bizim seçmediğimiz ve her zaman işe yaramayacağı belli olan kültürel ve sosyal ayrışmalara kapılma tuzağına düşürebilir. Bu suretle de dil aracı, dünyamızı yapılandırmak için arka planda çalışmaya başlar.

5. UYGULAMALI DAVRANIŞ ANALİZİ (APPLIED BEHAVIOUR ANALYSIS – ABA) VE ACT

SON YILLARDA, UYGULAMALI DAVRANIŞ ANALİZİ (ABA) TOPLULUĞU İÇİNDEN KABUL VE ADANMIŞLIK TERAPİSİ’NE OLAN İLGİ ARTMAYA DEVAM ETMİŞ VE BOARD CERTİFİED BEHAVİOR ANALYSTS (BCBAS), ACT’I DAVRANIŞ ANALİZİ UYGULAMASI’NA GİDEREK DAHA FAZLA ENTEGRE ETMİŞTİR.

ACT’ta danışan davranışını göz önüne aldığımızda, bir danışan davranışının “işlerliğini” o danışanın özgün bağlamında inceleriz. Tipik bir işlevsel, analiz davranışın öncülerini (çevresel faktörler, açlık ya da yorgunluk gibi fiziksel durumlar, düşünce ve duygular gibi özel deneyimler, vb.), davranışın kendisini (işlevsel bir perspektiften analiz ettiğimiz) ve davranışın sonuçlarını (davranışın etkisi) göz önünde bulundurur, hepsi “ABC” (Antecedent, Behavior, Consequences) olarak ifade edilebiliriz. Burada “davranış” derken bir insanın yapabileceği her şeyi; düşüncelerini, duygularını, algılarını ve bunların yanı sıra aleni olarak sergilenen davranışlarını da kastediyoruz. Psikolojik esnekliği arttırma amacını merkeze koyan ve danışanın değerlerine hizmet eden tüm davranışlar, ACT’ın altı ana sürecinin merceklerinden gözlemlenebilir. ACT perspektifine göre, psikolojik esneklik geliştirildiğinde yaşam deneyimleri (Davranış teorisyenlerinin edimsellik dediği contingencies) daha etkili davranışlara doğru eğilim gösterir; hayat anlam, canlılık ve esneklik ile dolar.

Daha yalın bir şekilde anlatmak gerekirse psikolojik esneklik, yaşamın öğretmesi gereken şeyleri insanın daha iyi öğrenmesini mümkün kılar ve dolayısıyla yaşamdan daha çok keyif almasını sağlar. Bu sebeple, psikolojik esnekliğe yönelik davranışları keşfetmek ve onları kavramsallaştırma sürecinin bir parçası haline getirmek çok önemlidir. Örneğin, bir ebeveyn gelecekte çocuğuyla daha anlamlı etkileşimler ortaya koymak amacıyla, ağlamayı ve sızlanmayı duyduğunda rahatsız olsa bile öfke nöbetini söndürmeye devam edebilir. Ya da ebeveyn, o anda gerçekleşen tatsız içsel olaylar (çocuğunu sıkıntılı görmenin ve duymanın stresi) ile temasa geçtiğinde tipik bir kaçınma davranışı sergilemesi yerine, uzun vadeli olumlu sonuçlar (yani değerlere yönelik) üretmesi için söndürme prosedürünü izlemesi konusunda eğitebilir.

Davranışın zihinsel kurallar tarafından aşırı rijit şekilde kontrol edilmesine kaynaşma (füzyon) denir. Bu durumu maalesef kültürel toplumumuz da destekler. Çünkü kültürel toplum zihnin davranışa neden olduğunu, bu yüzden de düşüncelerimizi çok ciddiye almamız gerektiğini çok çeşitli yollarla bizlere vurgular. Defüzyon (Ayrışma) prosedürleri ise, insanlara içsel olayları aslında oldukları gibi fark etmeyi öğretir: Bu nedenle defüzyon, davranış üzerindeki aşırı rijit kural kontrolünün zayıflatılması anlamına gelir ki diğer işlevler (sözlü ve sözsüz bir şekilde oluşturulmuş) devreye girebilsin. Defüzyon prosedürleri de kişinin içsel sözlü uyaranlarının (yani düşüncelerin) dar ve esnek olmayan işlevlerini bozmaya çalışır. Böylece kişinin, bu düşünceleri içsel uyaranlar olarak görüp, onlara daha geniş, daha esnek bir yanıt verme repertuarı geliştirmeyi amaçlar. Bu nedenle, bir ABA uygulayıcısı, kişinin bu tür düşünceler tarafından etki altına alınarak (yani, içsel sözlü uyaranlar) değerlerden uzak davranış kalıpları sergilediğini fark ettiğinde defüzyonu devreye sokmalıdır.

Psikolojik esneklik, hepsi birbirini destekleyen altı tane işlevsel olarak tanımlanmış davranış repertuarını içerecek şekilde kavramsallaştırılmıştır.

Örneğin, başkalarıyla ilişkide olma (bağ kurma) değeri olan Mehmet, arkadaşları ile eğlenirken birden o ortamdan ayrılır ve evine döner. Geride kalan arkadaşları ise Mehmet’e ne olduğu hakkında bir fikirleri olmadığı için sadece arkadaşlarının davranışının fonksiyonunu (amacını) tahmin edebilirler. Acaba midesi mi bulanmıştı? Yoksa, sevmediği birisini mi görmüştü? Yoksa, “Telefonda aldığı bir haber yüzünden mi eve dönmek zorunda kalmıştı? Oysa Mehmet’i o ortamdan kaçıran etken, “insanların onunla konuştuklarında ve tanıştıklarında ondan hoşlanmayacakları,” düşüncesi (öncül) ve kaygısıydı. Mehmet, bu düşüncesine ve kaygısına, partiyi terk ederek tepki vermişti (davranış). Eve geldiğinde Mehmet geçici olarak da olsa, düşüncelerinin yarattığı kaygı duygusunun yoğunluğunda bir azalma fark eder (sonuç). Kısa bir süre sonra, davranışlarını akranlarına nasıl açıklayacağından endişe duyduğu için kaygısı artmış ve şimdi partiyi kaçırdığı için utanç ve pişmanlık duymaktadır (daha fazla sonuç). Davranışı onu, onun için önemli olan kişiler ile olan bağ kurma değerine ulaşmasından alıkoymuştur (daha fazla sonuç). Bu bağlamda, Mehmet’in davranışı, kendisine rahatsızlık veren olaylardan kaçınma işlevi görür. Ancak bu durum onun için pek de “işe yarar” değildir. Çünkü bu davranışı, kendisini onun için önemli olan değerine ulaşmasından alıkoymuştur.

Rahatsızlık yaratan bir uyaranın (aversive stimulus – içsel olay) bu uyaran etkisi, kaçma davranışı ile ortadan kaldırılarak negatif pekiştirmeye neden olmuştur. Davranış pekiştirildiği için de tekrar bu ya da buna benzer bir durum olduğunda kaçma davranışının gerçekleşmesi muhtemel olacaktır. Bu arada Mehmet, hiçbir zaman akranları tarafından reddedilmemiştir. Bu nedenle Mehmet’in davranışları, ödüllendirme ve ceza olumsallığıyla (contingency) açıklanamaz. Mehmet’in davranışı, çevresindeki endirekt olumsallıklardan (üçüncü kişilerden) değil, sözel olumsallardan veya bir olumsallığı tanımlayan “kurallar”dan etkilenmiştir (örneğin, insanlar beni tanırsa, o zaman benden hoşlanmayacaktır). Mehmet’in davranışı, doğrudan öğrenme olmadan ortaya çıkan “Rule-Governed Behavior (Kurallarla Yönetilen Davranış)” olarak adlandırdığımız olaya bir örnektir. Kurallarla yönetilen davranışlar hem faydalı hem de problemli olabilecek önemli bir insani öğrenme türüdür. Bu durumda zihnin dil aracılığı ile yaptığı keyfi çıkarsamalarıdır. Zihin yapısı gereği bilişsel çarpıtmaları keyfi olarak yapar. Bilişsel çarpıtma onun doğasında vardır. Bu konuları daha detaylı olarak ileride açıklayacağım.

6. BAĞLAMSAL DAVRANIŞ BİLİMİ VE PRAGMATİZM

İŞLEVSEL BAĞLAMSALCILIK FELSEFESİ (FC), ABA (UYGULAMALI DAVRANIŞ ANALİZİ) VE RFT (İLİŞKİSEL ÇERÇEVE KURAMI) ACT’IN TEMELİNİ OLUŞTURUR. BAĞLAMSALCILIK, STEPHEN PEPPER’IN WİLLİAM JAMES GELENEĞİNDE PRAGMATİZM İÇİN 1942’DE TANIMLADIĞI BİR TERİMDİR. BAĞLAMSALCILIĞIN TEMEL ANALİTİK BİRİMİ, BAĞLAM İÇİNDEKİ DEVAM EDEN EYLEMDİR; YANİ ORGANİZMANIN AKLA YATKIN EYLEMİDİR.

“Bağlamsal Davranış Bilimi (BDB)” tüme varımca bir yaklaşım olup, “İşlevsel Bağlamsalcılık” temeline dayanır. BDB; evrimsel bilimden temeller alırken, kendisini “İlişkisel Çerçeve Kuramı” ile genişletmiş olup davranışçı prensipleri de içinde barındırır. ACT da İlişkisel Çerçeve Kuramı ve BDB’den çok etkilenmiştir. İşlevsel Bağlamsalcılık’ın varsayımları doğru, gerçek veya en hakiki olan demek değildir. Onlar sadece “bizim durduğumuz” yerdir. Bu yüzden bağlamsalcılar; nedenleri, sonuçlara ulaşmadaki konuşma yolları olarak değerlendirir ve bunların bağlamdan bağımsız ayrı unsurlar olarak var olamayacaklarını savunurlar. Her “neden” içinde ilişkide olduğu bir bağlam barındırır. “Bilmek” sözcüğünün etimolojisine bakıldığında bu kelimenin birbirinden farklı iki kökenden geldiği görülür: Latincede duyularla bilme anlamına gelen “gnoscere” ve zihinle bilmek anlamına gelen “scire”. İnsanoğlu için evrimsel olarak “zihinle bilmek” güvenli olandır. Sözsüz bir süreç olan duyularla bilmek, tuhaf ve anlaşılması zor olandır. İnsanoğlunun zihni, sözlü süreçleri de sözsüz süreçleri de keyfi olarak türettiği ilişki ağları ile sözlü uyaran ilişkilerine dönüştürür. İnsanoğlunun dünyasında uyaran işlevlerinin türetilmiş doğasından kaçınması çok zordur. Çünkü sözsüz uyaranlar bile kısmen ilişkisel çerçevelere girdiklerinde sözel bir hâl alırlar. Bu sözel hâllerin de muhakkak o bağlamda kişi üzerinde “sözlü bir uyaran işlevi” vardır. Bu uyaranların etkisi ile kişi bu uyaranlara o bağlamda tepkiler verir. Önemli olan bu davranışların kişiyi nereye götürdüğüdür.

İşte bu sebeplerden ötürü İşlevsel Bağlamsalcılık, pragmatik bir bilim felsefesine dayanır. Yani sonuç odaklıdır. Sonuç ise o bağlamdaki değere ulaşmak olmalıdır. Amaçlanan olaya erişmek değer sonuçlu ya da odaklı olmalıdır. Tabii ki değere ulaşırken amaçların da hiyerarşileri vardır. Hatta değerlerin bile bir hiyerarşisinin olduğu noktada hangi süreci seçmemiz gerektiği konusunda çok kararsız ve çaresiz kalırız. Hatta bu durumu, atalarımız “İki cami arasında bir namaz” deyimiyle tarif etmişlerdir. İşlevsel Bağlamsalcılık’ta, psikolojik olaylar, bütün organizmaların zamansal ve durumsal olarak düşünülen bir bağlam içindeki etkileşimleri olarak ortaya çıkarlar. İşlevsel bağlam bilimcileri; bu etkileşimleri öncelikle “öngörme ve müdahale etme” amacındadırlar. Davranışın amacını, ortaya çıkışını anlamaya çalışırken, uyumsuz davranışa da uygun olan en doğru zamanda müdahale etmeyi amaçlarlar.

Danışanlardan bilişlerinin “kendilerine göre olan gerçekleri” ile ilişkiye girmelerini istemektense, bağlamsalcılar için “gerçeklik” ölçütü, danışan davranışının “işe yararlılığı” dır. Bir davranış, danışanları kendileri için önemli bir yöne yöneltiyorsa “işe yarar” veya “gerçek” olan odur. Davranışın “işe yarayıp yaramadığını” bilmek için; danışanların kendileri için neyin önemli olduğunu belirlemelerine ve davranışlarına ve değerleriyle ilişkili davranışlarının işlevlerini fark etmelerine yardımcı oluruz. Bu, ACT’ın “adanmışlık” kısmıdır ve değerlere yönelik yaşamı tanımlamayı ve yaşamayı içerir. Bu kitap serimizin üçüncü cildinde “Değerler ve Adanmışlık” konusuna çok daha geniş ve detaylı olarak yer vereceğim. Danışanların içlerinde ne olup bittiğini fark ettiklerinde açıklıkla ve merakla durmalı ve içsel deneyimlerinden kaçmak/kaçınmak yerine değerli yaşamlarına doğru yönelmelerine yardımcı olmalıyız. Bu da ACT’ın gönüllülük yani “kabul” kısmıdır.

Dünyada bulunmuş kanıta dayalı her terapi modülünün zamanla eksikleri olduğu keşfedilmiştir. Hiç şüphesiz gelecekte bulunacak olanlar için de aynı şey geçerlidir. ACT gibi çoğu terapi modülünün de var olan eksikleri her terapi modülünde olduğu gibi zamanla bulunacaktır. Önemli olan ölümsüz terapi modülleri yaratmak değil; psikolojide dil ve biliş sütunları üzerine kurulmuş insan davranışıyla ilgili bilimsel anlayışımızda gelişim göstermemizdir.

ACT, temelde İşlevsel Bağlamsalcılık denilen pragmatik bir bilim felsefesine dayanır. Kabul ve Adanmışlık Terapisi, geleneksel davranış analizine dayanan ve fonksiyonel analizi kullanarak bilgiyi, bağlam içerisinde elde eden, epistemolojisi çok daha eski yıllara dayansa da otuz yılı aşkın sürede geliştirilmiş, radikal davranışçı bir terapi modülüdür. “Radikal Davranışçılık” daha sonraları daha modernize bir terim alarak “İşlevsel Bağlamsalcılık” olarak tanımlanmıştır. İnsan davranışını fonksiyonel açıdan anlaşılması üzerine odaklanır. Gelişim modelini ve metodolojisini “Bağlamsal Davranış Bilimi” (CBS= Contextual Behavioral Science) yaklaşımı olarak belirler.

7. BAĞLAM (CONTEXT) NEDİR?

“BAĞLAMSALCILIK” BAKIŞ AÇISINDA PSİKOLOJİK OLAYLAR, DOĞALARI GEREĞİ “KÖTÜ” VEYA “SORUNLU” DEĞİLLERDİR. SORUNLU OLAN ŞEY, OLUŞTUKLARI BAĞLAM VE HİZMET ETTİKLERİ İŞLEVDİR. BURADA ASIL ÖNEMLİ OLAN ŞEY KİŞİLERARASI, İÇSEL VE/VEYA DURUMSAL FAKTÖRLER NETİCESİNDE ORTAYA ÇIKAN DAVRANIŞIN BAĞLAM İÇİNDEKİ İŞLEVİNİ ANLAMAKTIR.

Bağlam, bir davranışın meydana geldiği ortamdır. Davranışın hangi bağlamda ortaya çıktığı ve benzer davranışların geçmişte hangi bağlamlardan kaynaklanarak günümüze geldiğini araştırırken, davranışın ortaya çıktığı bağlamlar içerisindeki fonksiyonlarına da bakarız. Davranışın fonksiyonlarına bakarken de en büyük yardımcımız, davranışın o bağlamda ortaya çıkma amacıdır. Bağlam biyolojik, genetik, sosyal, kültürel, gelişimsel, öğrenme geçmişi ve organizmanın şu andaki iç (örn. bilişsel, duygusal) ve dış etkenler olmak üzere çok sayıda değişkenden etkilenir. Dolayısıyla organizmanın o bağlam içerisinde sergileyeceği davranış da bu durumlardan etkilenmektedir. Bağlam derken kastettiğimiz şey ömrümüzün neredeyse tamamının içinde geçtiği süreğen sembolik ifadelerdir.

İşlevsel Bağlamsalcılık, “davranışı” birimlere ayırmak yerine onu bağlam içinde bir eylem olarak görür. Bu anlamda “davranış”, konuşma ya da yürüme gibi açık motor davranışların yanı sıra, psikolojik “olaylara” (içimizde ne “yaptığımız”) atıfta bulunan içsel davranışları da kapsar. Psikolojik olaylar arasında örneğin; düşünme, hissetme ve duyumsama gibi şeyler bulunur.

ACT’ta davranış olarak kast edilen sadece motor davranışlarımızın değil aynı zamanda kontrol edemediğimiz içsel davranışlarımızın da olduğudur. Bu nedenle bir kameranın kayıt altına alıp da seyredebildiğimiz ve fark edebildiğimiz tüm davranışlara “sosyal davranışlar” denir. Fark edemediğimiz tüm içsel davranışlara (düşünce, his, duygu, imaj ve duyum) ise “özel davranışlar” adı verilmektedir.

Bağlamsal Davranış Bilimi’nde, davranış, belirli bir bağlamda bir bütün olan organizmanın eylemi olarak tanımlanır. Buna göre bir insanın yaptığı; düşünmek, hatırlamak, katılmak, hissetmek, algılamak gibi, herhangi bir eylem de davranıştır. Çoğu kişi, davranışı, düşünceden (veya davranışı duygudan) ayırmaya alışıktır ve onlar, bu sözcük kullanımını garip, hatta yanlış bulacaktır. İşlevsel Bağlamsalcılar, bu tanımı kullanmayı tercih ederler.

Bağlam aşağıdaki şekilde de gördüğünüz gibi: ÖncüllerDavranışSonuçlar olarak değerlendirilir. A davranıştan önce gerçekleşen öncülleri, B davranışları, C ise davranış sonrası ortaya çıkan sonuçları göstermektedir. Bu üçünün gerçekleştiği yere de “bağlam” adı verilmektedir. O bağlam içerisinde ortaya çıkan öncüller (olay, düşünce, his, duygu, belirti, imaj, anı vb.), davranışlar ve sonuçlarına da “içerik (content)” adı verilmektedir. Bu bağlamların birbirini takip etmesi ile de “süreç” oluşur. Ben bu sürece yaşadığımız “hayat” demek istiyorum. Bizler terapist olarak süreçleri takip ederken odaklanmamız gereken yer bağlamlar olmalıdır. Bu bağlamları çok meraklı bir şekilde anlamaya çalışmamız gerekir. Bunu yaparken de yardımcı aletlerimiz bağlı olduğumuz ekoller olmalıdır (Bilişsel Davranışçı Terapi; Kabul ve Kararlılık terapisi, Metakognitif Terapi vb.). Ben ekollere bağlı kalmaktansa ekollerin ötesine geçerek, bağlamlar içerisinde insanın kendisine has acısına odaklanmamız gerekliliğine inanıyorum.

ŞEKİL 1: BAĞLAM

Ne yaptığımızın cevabı “B”, yani “Davranışlar” iken, bunu “ne zaman” ve “hangi şartlar neticesinde ya da neyin varlığında yaptığımızın” yanıtı, “A” yani “Öncüller” olmaktadır. “Kişinin bunu yaptıktan sonra ne hissettiği ve/veya ne olduğu?” sorusunun yanıtı ise “Sonuçları” yani “C”yi belirlemektedir. Bizler yine de bu sorulara bağlı kalmadan, işlevsel bir perspektif alarak bağlam içerisinde kişinin davranışının amacını anlamaya çalışarak, gözlemlediğimiz bu davranışın, danışanın yaşamında işlerlik (kişinin değerleri yönünde mi?, yoksa değerlerinden uzaklaşmasına mı neden oluyor?) açısından onu nasıl etkilediğini anlamaya çalışmalıyız.